1TL olarak fiyatlandırılan bardakta mısır furyasına karşı açtığım savaşı yine kendi içimde kaybetmek üzereyim. Tamam kabul ediyorum koçanından yemeye oranla oldukça pratik; koçana dökmeye çalıştığınız tuzla savaşmak, sürekli “vay anasını ya yine yere döküldü” demek; tuz israfı yaşamak durumunda kalmıyorsunuz. Yedikten sonra dişlerinizin arasına kaçan parçacıkları yaklaşık bir saat süreyle; ağzınızı şekilden şekile sokarak çıkarmak için çabalamıyorsunuz. Yok yok tüm pratikliğine rağmen bana göre değil. Ama her köşe başındalar; hatta artık köşe başı bile değil yanyana cadde ortasındalar. Koku tüm sokağı sarmış durumda. Canım mısır istiyor. GDO’lu yada organik umrumda değil canım istiyor işte. Koçanıyla satan yok mu diye bakınıyorum.yok. “yol üstünde bir marketten koçanıyla alıp düdüklümde pişireyim. Hem düdüklünün çıkardığı hışırtıyı da özledim.evde de kimse yok dişlerimde ki parçaları kürdan,bıçak,çataldan herhangi birini kullanarak çıkartabilirim.”diye düşünüyorum. Bu defada yüz parça mısır yemek için 3 saat beklemem gerektiğini hatırlatıyorum kendime. Vazgeçiyorum. Mısırı aklımdan çıkarmaya çalışıyorum. Olmuyor. Koku her yanda, bana mısırın hayatımda bir zorunluluk olduğunu vurguluyor. Dayanamıyorum. Tezgahın birine yaklaşıp “bir bardak mısır alabilir miyim?” Diyorum. “Nar ekşisi ister misin?” Diye soruyor adam. “Yok artık ne alaka abi” diyorum. Adamı izlerken köyde büyük kazanlarda kaynatılan bulgurları anımsıyorum. Bu ne duygusallık böyle bir bardak mısır yıllarca öncesine götürdü beni. Tanrım ağlamak üzereyim. Vazgeçmek istiyorum. Adam bardağımı elime tutuşturuyor. Kaşığı daldırıyorum içine ve ağzıma götürüyorum. Sonra dudaklarımdan farkına çok geç vardığım “oohh sheet” gibi bir ünlem cümlesi dökülüyor. Kendimi bir anda holywood filmlerinden tanıdığım sürekli çalışan, herzaman yoğun, arabasında kahvesine çörek bandıran insanların kılığına bürünmüş olarak buluyorum. Adımlarım hızlanıyor. Biryere yetişmeye çalışıyorum. Ama neresi onu bilmiyorum. Zamanım kalmadı. Acele etmeliyim “oo fuck” geç kalıyorum. Bu durum ne zaman geçecek bilmiyorum. Beynim durmadan bacaklarıma çabuk olması adımları sıklaştırması için sinyal gönderiyor. Onlarda uyguluyor. Elimde mısır bardağıyla o çok sevdiğim seyyar satıcıları ivedi bir şekilde geçiyorum. Halbuki bugün bayram; tatil. nasılsa el öpmekten de; tüm akrabaların ziyaretinden de imtina eden bir adamım. Zaman buldukça yaptığım bahçelievlerde alkol aldıktan sonra kızılayda kalabalığın içine karışarak seyyar tezgahları gezme ritüelini gerçekleştiriyorum. Peki bu acelenin sebebi ne? Bir bardak mısır pehhh. Bu durumu beynime kabul ettirir ettirmez kendimi sota bir yere atıp soluklanıyorum. Elimde boş mısır bardağı ve ağzımın kenarlarını aşındıran plastik kaşık. “evet, savaşı kaybettin,yenildin bundan kelli de buna benzer bardaklarda mısır yiyip evine koçanlı mısır götürenlere ilkel kabile üyesi gibi bakacak koşar adım bir yerlere yetişmeye çalışırken seyyar tezgahları,balicileri,dilencileri es geçeceksin.” Diye söylenirken bardağımı çekiştiren küçük dilenci kızın “ abi bana da mısır alır mısın?” demesiyle irkildim. Kızcağıza önce bunlar amerikanın oyunu bizi içten çökertiyorlar ne demiş cörçil “türklerle savaşmayın onları uyutun” dedikten sonra tonton amca gülümsemesiyle bir bardak mısır aldım. Eve giderken de Çocuğa kurduğum cümleyi hatırladıkça; tamam işte, tam türk milletinin bir ferdine yakışır paradoks,paranoya; bardak mısırda amerikanın oyunu .mına koyim diyerek kahkaha atışımı garipseyen metro sakinlerine aldırış etmeden devam ettim.

0 yorum:
Yorum Gönder